Makaleler

YOKSULLUK NAFAKASINA SÜRESİZ OLARAK HÜKMEDİLMESİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ

Bir hukuki terim olarak nafaka; bir kimsenin geçindirmekle, bakıp gözetmekle yükümlü olduğu kimseye ya da kimselere mahkeme kararıyla verilen aylık manasına gelmektedir. Yoksulluk nafakası ise Türk Medeni Kanunu madde 175’te tanımlandığı haliyle, boşanma nedeniyle yoksulluğa düşecek olan tarafa, kusuru daha ağır olmamak şartıyla, diğer tarafın mali gücü oranında yardımda bulunmasıdır. İlgili hükmün devamında yoksulluğa düşecek olan tarafın diğer taraftan “süresiz olarak” yoksulluk nafakası talep edebileceği düzenlenmiştir.

Yoksulluk nafakasının hiç şüphesiz gerek hukuk dünyasında gerek halk arasında tartışma yaratan en belirgin özelliği maddede yer alan “süresiz olarak” ifadesidir. Öyle ki, söz konusu ifadenin iptali Anayasa Mahkemesi’nde bireysel başvuru konusu dahi edilmiştir. Anayasa Mahkemesi başvuruya ilişkin 17/05/2012 tarihli 2011/136 E. 2012/72 K. sayılı kararında ise; TMK. m. 175’te yer alan “süresiz olarak” ibaresinden nafaka alacaklısının her zaman ölünceye kadar yoksulluk nafakası alacağının anlaşı­lamayacağı, bu ifade ile boşanma sonucunda yoksulluk içine düşen eşin asgari yaşam gereksinimlerinin şartları bulunduğu müddetçe diğer eş tarafından karşı­lanmasının amaçlandığı gerekçeleri ile oy çokluğuyla iptal talebinin reddine karar vermiştir.

Anayasa Mahkemesi kararında her ne kadar “süresiz olarak” ifadesinden yoksulluk nafakasının ömür boyu ödeneceği sonucunun çıkarılamayacağını ifade etse de, Yargıtay’ın yerleşmiş içtihatlarına göre tarafların süresiz olarak talep etmesi halinde hakimin yoksulluk nafakasını re’sen belirli bir süre ile sınırlandırması mümkün değil­dir. Buna göre nafaka miktarının belirlenmesinde takdir yetkisini kullanma hakkı bulunan hakimin, nafaka süresinin belirlenmesinde herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Uygulamada bu durum, nafaka alacaklısının ömür boyu nafaka talep etmesi ve hakimin süreyi kısıtlayıcı ya da belirleyici bir yönde hüküm kuramamasıyla nafaka yükümlüsünün ömür boyu nafaka ödemesine yol açmaktadır.

Tartışma konusu bu hukuki sorun, iştirak nafakası ile kıyaslandığında ise ortaya daha ilginç sonuçlar çıkmaktadır. Öyle ki; aynı ilam neticesinde nafaka yükümlüsü boşanan eş, eski eşinin daha sonra evlenmemesi halinde ona ömür boyu nafaka ödeyebilecek iken, birinci dereceden kan hısımlığı bulunan öz çocuğunun giderleri için 18 yaşına kadar, eğer eğitimi devam ediyorsa ancak eğitim süresinin sonuna kadar nafaka ödeyecektir.

Esasen Anayasamızın 2. maddesin­de yer alan “sosyal hukuk devleti” ilkesinin bir gereği olan devletin aktif olarak mücadele etmesi gereken yoksulluğun sorumluluğunun, boşanan taraflardan birisinin üzerine ömür boyu yükletilmesinin herhangi bir hukuki dayanağı bulunmamakla birlikte bu durum, sosyoekonomik açıdan da dengesizliğe yol açmaktadır.

Günümüzde halen tartışılmakla birlikte, herhangi bir çözümün getirilemediği bu husus hakkında sürdürülebilir bir çözüm yolu aranmaktadır. Bu konunun çözümlenebilmesi gayesiyle ortaya bazı görüşler atılsa da henüz herhangi bir düzenleme yapılmamıştır. Bu görüşlerden bazıları; yoksulluk nafakasının evlilik süresi kadar ödenmesi, nafaka süresinin belirlenmesinde bir alt sınır konulması veyahut nafaka süresinin belirlenmesinde bir üst sınır konulmasıdır.

Yoksulluk nafakasının evlilik süresi kadar ödenmesi durumunda uygulamada yine birtakım sorunlarla karşılaşılacağı tarafımızca öngörülebilmektedir. Öyle ki, 20 yaşında herhangi bir mesleki deneyimi olmaksızın evlenen bir birey, bu düzenleme getirildiği takdirde eşinden 40 yaşındayken boşandığı varsayımında 60 yaşından itibaren yoksulluk nafakasının alacaklısı olmaktan çıkacaktır. Görülmektedir ki, bu düzenleme nafaka yükümlüsü bakımından mağduriyeti kısmen giderirken nafaka alacaklısı bakımından mağduriyeti arttırıcı bir durum olacaktır. Zira 60 yaşına kadar temel geçim giderlerini karşılayabilmek amacıyla yoksulluk nafakasına ihtiyaç duyan bir bireyin 60 yaşından sonra bunu kendisinin karşılamasının beklenmesi olanaksızdır.

Yoksulluk nafakasının süresinin belirlenmesinde bir alt sınır konulması halinde ise; örneğin 5 yıllık sürenin altında evli kalan bir çiftin boşanması halinde yoksulluk nafakasına hükmedilmeyecektir. Esasen İngiliz hukukunda benimsenen “clean break” ilkesinin Türk Hukukundaki tezahürü mahiyetinde olan bu düzenlemenin getirilmesi yine uygulamada bazı sorunlara yol açacaktır. Boşanmak durumunda kalan her bireyin yeni bir hayat kurmak adına zamana ihtiyacı olduğu aşikardır. Bu ilkenin benimsendiği İngiliz Hukukunda dahi esas amaç, belli bir sürenin altındaki evliliklerde nafakaya hükmetmemek değil nafaka süresini oldukça kısa tutmaya çalışarak bireylerin maddi ve manevi bağımsızlıklarına bir an evvel tekrar kavuşmasını sağlamaktır. Zira maddi gücü yeterli olmayan tarafın evlilik birliği ne kadar sürmüş olursa olsun belirli bir süre yoksulluk nafakasına ihtiyacı olduğu yadsınamaz bir gerçektir.

Yoksulluk nafakasının süresinin belirlenmesinde bir üst sınır konulması halinde ise; örneğin 20 yıl ve üzeri bir süredir evli kalan bir çiftin boşanması durumunda süresiz olarak, bu sürenin altında kalacak evliliklerde ise nafakanın evlilik süresi kadar ödenmesi görüşü ortaya atılmıştır. Ancak bu durumda kısa süren evliliklerde ne kadar süre nafakaya hükmedileceği ayrı bir tartışmaya yol açacaktır. Öyle ki evlilik, boşanmak için değil bir ömür boyu sürdürebilmek amacıyla yapılan bir akittir. Bu sebeple tarafların evlenerek birlikte yaşamaya başladıkları süre ne kadar kısa olursa olsun, evlilik esasen ömür boyu süreceği maksadıyla yapıldığından birtakım maddi külfetleri beraberinde getirmektedir. Kişiler, evliliğe duydukları güven neticesinde evlilik birliğinin kurulması ile birlikte yaşadıkları şehri veya iş yerini değiştirerek hatta işten ayrılarak kariyerlerinde ve yaşam koşullarında bazı köklü değişiklikler yapabilmektedirler. Dolayısıyla, nafaka süresinin belirlenmesinde bir üst sınır konulmasının tek başına kabulü halinde de büyük mağduriyetler söz olabilecektir.

Bilinmektedir ki, Türk Medeni Kanunu, İsviçre Medeni Kanunu örnek alınarak hazırlanmıştır. Bu sebeple ülkemizde yaşanan bu sorunun bir benzeri de İsviçre’de yaşanmış ve ancak bu durum 01.01.2000 tarihinde yürürlüğe giren ilgili madde ile hakimin boşanma sonrası yoksulluk nafakasının ödenip ödenmeyeceği ve ödenecekse miktarı ve süresini belirlerken dikkate alaca­ğı birtakım kriterler belirlenmek suretiyle çözümlenmeye çalışılmıştır. Bu kriterlerin bir kısmı, esasen ülkemiz hukukunda nafakanın hüküm altına alınması ve miktarının belirlenmesinde halihazırda uygulanan ölçütlerdir. Sorun bu ölçütlerin Yargıtay içtihatları sebebiyle nafaka süresinin belirlenmesinde uygulanmaması, hakimlere bu konuda herhangi bir takdir yetkisi tanınmamasıdır.

Her ne kadar Yargıtay, süre konusunda hakimin herhangi bir takdir yetkisi olmadığı görüşündeyse de kanun maddesi incelendiğinde ortaya böyle bir anlam çıkmadığı anlaşılmaktadır. TMK m. 175/f-1’de “Boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf, kusuru daha ağır olmamak koşuluyla geçimi için diğer taraftan malî gücü oranında süresiz olarak nafaka isteyebilir.” şeklinde ifade olunduğu üzere tarafların nafakayı süresiz olarak talep edilebileceği ancak hakimin nafakanın süresiz olarak verilmesine hükmetmek zorunda olmadığı görülmektedir. Buradan açıkça anlaşıldığı gibi, tartışmalara yol açan hukuki sorunun esasen halihazırda var olan düzenleme ile ilgili değil, ilgili kanun maddesinin yanlış yorumlanması neticesinde ortaya çıkan alışılagelmiş uygulamalardan kaynaklandığı görülmektedir.

Kanaatimizce bu durumun düzeltilebilmesi adına yukarıda belirtilen görüşler ışığında yeni bir düzenlemeye gidilmesi fuzuli bir çabadan ibaret olacaktır. Kaldı ki, bu konuda yapılacak olan her düzenleme beraberinde başkaca sorunlara davetiye çıkaracaktır. Bu sebeple, yalnızca ilgili hükmün lafzına bağlı kalınarak bu hukuki sorunun çözümü mümkündür. Tartışılan görüşlerin aksine bu konuda herhangi bir düzenleme yapılmaksızın hakimler, süre bakımından da takdir yetkilerini kullanmak suretiyle somut olayın özelliklerine göre hüküm kurmalıdır.
  
Stj. Av. Furkan Arda GÜRHAN
              Ocak 2021
 
Makale Listesine Dön