Makaleler

İŞ DAVALARINDA YABANCI ÜLKE HUKUKU UYGULANMASINA İLİŞKİN YARGITAY 9. H.D. İLKE KARARININ DERĞERLENDİRİLMESİ

Yargıtay 9. ve 22. Hukuk Dairelerinin birleşmesi ile birlikte iki daire arasındaki görüş ayrılıklarını giderebilmek maksadıyla ilke kararları alınarak bu kararlar 2021 yılı Ocak ayı içerisinde kamuoyu ile paylaşılmıştır.  Yabancı unsurlu iş sözleşmelerine ilişkin uyuşmazlıklarda uygulanacak ülke hukukunun belirlenmesine yönelik olarak alınan ilke kararı uygulamada güçlük doğuracak ve hak kayıplarının yaşanmasına sebep olacak olması sebebi ile dikkat çekmektedir. İlke kararından önce Türk vatandaşı olan işçilerin yurt dışında Türk firmaları tarafından istihdamı halinde Türk Hukuku uygulanmaktaydı. İlke kararı ile birlikte yabancılık unsurunun kapsamı genişletilerek başka bir yabancılık unsuru olmasa dahi sadece işçinin işi yabancı bir ülkede yapmış olması yabancı ülke hukukunun uygulanması bakımından yeterli görülmüştür. Bu durumda Türk vatandaşı olan bir işçinin Türk işveren bünyesinde yabancı bir ülkede istihdamı durumunda ortaya çıkabilecek uyuşmazlıklara Türk Hukukunun uygulanmasından vazgeçilerek işin yapıldığı ülke hukukunun uygulanması kararlaştırılmıştır. Bu durumun öncelikli olarak üç bakımdan sorun teşkil edeceği aşikardır.
 
Bunlardan ilki, söz konusu ilke kararının uygulama güçlüğüdür. Bir Türk işçi, bir Türk şirketi tarafından dünyanın herhangi bir ülkesinde istihdam edilebilir. Bu işçinin  örneğin Irak'ta istihdam edilmesi durumunda Irak Hukukunun, Rusya'da istihdam edilmesi durumunda Rus Hukukunun, Papua Yeni Gine'de istihdam edilmesi halinde ise Papua Yeni Gine Hukukunun uygulanması gerekecektir. Bir hakimin dünya üzerindeki tüm ülkelerin ilgili mevzuatına hakim olması mümkün değildir. Kaldı ki, Türk hukuku uygulandığında dahi işçilik alacaklarının hesaplanmasında bilirkişilik kurumuna sıklıkla başvurulmaktadır. Dolayısıyla alınan ilke kararı gereği yabancı ülkelerin mevzuatlarının uygulanması konusunda da   bilirkişilik kurumuna başvurulacak ise de Türk bilirkişilerin de aynı şekilde yabancı ülkelerin mevzuatına hakim olması beklenemez. Zira Türk Hukukunun uygulandığı işçilik alacaklarından kaynaklanan uyuşmazlıklarda bile  yalnızca mevcut iş hukuku mevzuatı değil aynı zamanda usul kanunları, vergi mevzuatı ve sair farklı alanlara ilişkin yasal düzenlemelerden faydalanıldığı gibi yüksek yargı kararlarından da faydalanılmaktadır. Bu durumda yabancı ülke mevzuatı kavramından  yalnızca o ülkenin konuyla ilgili mevzuatını değil, o ülkede benzer bir uyuşmazlığın çözümünde yararlanılan kanun, yönetmelik, içtihat gibi tüm yasal kaynakları anlamamız gerektiği kanaatindeyiz. Bu da yabancı ülke hukukunun etkin bir şekilde uygulanabilmesini neredeyse imkansız hale getirecektir.  
İlke kararının uygulanması ile meydana gelecek olan bir diğer problem ise denetlenebilirlik olacaktır. Gerek uluslararası sözleşmeler gerekse Anayasamız tarafından temel hak olarak görülen adil yargılanma hakkının gerçekleşebilmesi için mahkemelerce yürütülen tüm yargılama sürecinin ve verilen hükmün taraflarca ve üst mahkemelerce denetlenebilir olması gerekmektedir. Taraflarca denetlenemeyen ve yabancı mevzuata hakim olunmaması sebebi ile aktif katılım sağlanamayan bir süreç içerisinde tarafların savunma hakkını da reel olarak kullanabileceklerinden bahsetmek mümkün olmayacaktır. Bilindiği gibi birçok dava vekil sıfatı ile avukatlar tarafından takip edilmekte ise de maddi olarak imkanı olmayan birçok işçi tarafından bireysel olarak takip edilen davalar da mevcuttur. Bu durumda Türkiye dışındaki herhangi bir  ülkede iş hukuku uyuşmazlıklarına uygulanacak olan mevzuata biz hukukçuların bile hakim olması imkansızken, davalarını kendileri takip eden ve işçilik alacaklarına kavuşabilmek adına yasal bir mücadele vermek zorunda olan işçilerin, yabancı hukukun uygulanması sonucu verilen bir mahkeme kararının hukuka uygunluğunu denetleyebilmesinin mümkün olduğundan bahsetmek de imkansız olacaktır. Aynı şekilde Türkiye dışındaki herhangi bir ülkenin hukukuna, o ülkenin hukukçuları gibi vakıf olması beklenemeyen ülkemiz hukukçularının da bu yönde verilmiş bir kararı hukuka uygun bir şekilde denetleyebilmesi mümkün olmayacaktır.
 
Son olarak ilke kararının uygulanması yukarıda ifade edilen tüm hak kayıplarının yanı sıra ekonomik olarak da hak kaybına sebep olabilecektir. Kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, fazla mesai ücreti gibi işçilik alacaklarının hak kazanma koşulları, hesaplanma biçimleri ve zamanaşımı süreleri her ülkeye göre farklılık göstermektedir. Örneğin ülkemiz mevzuatı gereği bir işçi bir iş yerinde  1 tam sene çalıştıktan sonra iş akdi kıdem tazminatına hak kazanarak sonlandığında, 1 tam yıl için 30 günlük giydirilmiş brüt ücreti tutarında kıdem tazminatına hak kazanmaktadır. Aynı işçinin yine Türkiye'deki bir şirket nezdinde fakat bu kez bu şirketin Libya'da bulunan bir iş yerinde çalışmış olması halinde ise işçinin kıdem tazminatı her tam 1 yıl için 15 günlük ücreti tutarında olacaktır. Bu durumda işçinin hak kazanmış olduğu kıdem tazminatı en az yarı oranında azalmış olacak ve işçi ekonomik olarak ciddi bir hak kaybına uğrayacaktır. Bunun gibi mevzuatında kıdem tazminatı hiç tanımlanmamış ülkeler de vardır. İlke kararı geniş yorumlandığında, mevzuatında kıdem tazminatına yer vermeyen bir ülkede çalışan Türk işçinin hizmet süresi ne kadar uzun olursa olsun hiçbir koşulda kıdem tazminatına hak kazanamayacağı çıkarımında da bulunulabilir.
 
İlke kararlarının yayınlanmasını takiben, mahkemelerce yeni uygulamalar geliştirilmeye başlanmıştır. Örneğin kimi mahkemeler yabancı mevzuatın araştırılması için davanın taraflarına süre verirken kimi mahkemeler Adalet Bakanlığı'ndan mevzuat tercümesi talebinde bulunmaktadır. Yine bazı mahkemeler ilgili yabancı ülke mevzuatında uzman bilirkişi arayışı içine girmektedir. Bu durum uyuşmazlıkların çözümünde bir kaosa sebep olmakla kalmayıp yargılama sürelerinin ciddi anlamda uzaması anlamına gelmektedir. Dahası bu ilke kararından önce, yani iş uyuşmazlıklarına yabancı ülke hukuku uygulanması  gibi bir  uygulama yokken temyiz incelemesi için Yargıtay'a gönderilen dosyalar da yabancı hukukun uygulanması gerektiği gerekçesi ile bozma kararı verilerek yerel mahkemelere gönderilecek, yerel mahkemeler tarafından bu karara uyulması halinde yabancı hukuk araştırması yapılacak ve buna göre yeniden hüküm kurulacaktır.  Sonuç olarak söz konusu uygulama zaten uzun olan yargılama sürelerinin kat be kat uzaması, işçilerin hak kaybına uğraması, hukuka uygunluğu denetlenemeyecek kararların ortaya çıkması gibi birçok problemi de beraberinde getirecektir.

Anılan ilke kararı Palaska & Yavuz Avukatlık ve Arabuluculuk tarafından Hürriyet Gazetesi'nde değerledirilmiş olup aşağıdaki linkten ulaşmanız mümkündür:

https://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/mahkemede-yabanci-hukuku-karmasasi-41924804 

Makale Listesine Dön